Felsefe Taşı, insanlığın bugüne kadar yarattığı en büyük sırlardan biridir. Tabi ki simya ve Felsefe Taşına şimdiye kadar sayısız yaklaşım oldu ve sayısız açıklama getirdi. Simya ve Felsefe Taşı ile ilgilenen insanlar bakış açısı olarak ikiye ayrılırlar. İlk grup insan, Felsefe Taşını fiziksel gerçek bir madde olduğunu, ölümsüzlük ve metalleri altına çevirme konularının akla gelen ilk anlam olduğunu varsayar. ikinci grup ise, Felsefe Taşının yalnızca bir imge olduğunu, Felsefe Taşının vaat ettiği ölümsüzlük ve altının çok derin anlamlar içeren semboller olduğunu varsayarlar.
Eski bilgeler ve simya konusunda uzmanlaştığını iddia eden bilginler, Felsefe Taşını, çok insanın baktığı ama çok azının ne olduğunu anladığı bir şey olarak tasvir ederler. Çoğu kaynak Felsefe Taşının özünün çok basit ve çok bilinen bir madde olduğundan, herkesin ulaşabileceği bir şey olarak bahseder. Pisagor’un bir notunda; “Bütün fikir ayrılıklarının ortasında Bilgelerin ağız birliği ne güzeldir! Hepsi de Taş’ı avamın yeryüzündeki en adi şey olarak gördüğü malzemeden yaptıklarını söylüyor. Gerçekten de avama maddemizin bildik ismini söylesek, cehaletimizin cüretine şaşırırlar. Ama onun tesirini bilseler, yeryüzündeki bu en değerli şeyi asla bir kenara atamazlardı. Tanrı sırrını günahkârlardan ve kötü insanlardan korumuştur ki onu kötü amaçları için kullanmasınlar.” cümleleri geçer.
Felsefe Taşıyla ilgili ilk akla gelen isimlerden biri de filozof Nicolas Flamel’dir. Efsaneye göre Flamel taşı gerçekten yapmayı başarmıştır. Ve hatta Flamel’in günümüzde bile hala gizlice yaşadığına inananlar vardır. Bunun dışında Pisagor, Alkhaest, ,saac Newton, Paulo Coelho, Edgar Cayce.. gibi isimler de simya ile birlikte anılırlar.
Simyadaki “vitriol” terimi, “Visita Interiorant Tellus Rectificando Invenies Occultum Lapidem” cümlesinin baş harflerinden oluşur ve “Dünyanın derinliklerini ziyaret et, arıtırken gizli taşı bulacaksın.” anlamına gelir. İşte bahsettiğimiz ilk grup insan yani Felsefe Taşını fiziksel bir varlık olarak gören insanlar bu cümleyi de fiziksel olarak ele almış ve Felsefe Taşını bulmak için dünyanın derinliklerine seyahat etmek gerektiğine inanmışlardır. Veya cümledeki geçen “arıtırken” taşı bulacaksın ifadesi yüzünden çeşitli deneyler yapılmıştır. Fakat ikinci grup, yani Taş’ı metafiziksel olarak görenlere göre Felsefe Taşı bizim içimizdedir. Bilginlerin, ana maddesi heryerde, herkesin ulaşabileceği çok basit bir şey olduğu yönündeki sözlerini de bu savlarına destek olarak öne sürerler. Bu durumda ölümsüzlükten kasıt, ana bilince ulaşıp, bizim kültürümüzde kamil insan kavramıyla açıkladığımız bir bilince ulaşıp fani yaşamdan kurtulmaktır. Altından kasıt ise yine bu bilinçtir. Ve bu görüşteki insanlara göre bu bilince ulaşmak altın kadar değerlidir.
Simya’nın amacını, Felsefe Taşını ve gerçek anlamda ölümsüzlüğü bulup bulamadığını bir yana koyarsak, simyanın asıl değeri, kimya bilimine ortam hazırlamasıdır. Eski çağlardaki simyacıların el üstünde tutulmasının ve simyacılara çok büyük bir değer verilmesinin sebebi ne Felsefe Taşı ne de ölümsüzlüktür. Asıl neden yaptıkları katkılardır. barutun keşfi, madenlerin rafine edilmesi, metaller ve elementler üzerindeki çalışmalar, mürekkep, kozmetik, boya üretimi, deri boyanması, seramik ve cam üretimi, likör ve esans üretimi ve daha bir çok keşif ve icad simya çalışmaları sayesinde olmuştur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder